Sıcak rüzgarla yüzüme çapıp duran minik kum taneleri nefes alış-verişime engel olmaya başlamıştı. Sırtımı rüzgarın estiği yöne doğru çevirip biraz dinlenmek üzere sıcak kumların üzerine oturdum. Bu yolculuğa çıkalı dört gün oluyordu. Termosumdaki su azalmaya başlamıştı. Çöl sıcağı normalden çok daha fazla su tüketmeme neden oluyordu. Onu bulmanın ne kadar süreceğini bilmiyordum. Yolculuğumun daha da uzamasından endişe ediyor fakat durmayı ya da geri dönmeyi aklımdan bile geçirmiyordum.
Güneş artık zayıflamaya başlamıştı. Oturduğum yerden kalkıp yola koyuldum. En son ne zaman uyuduğumu bile hatırlamıyordum. Geceleri de durmadan yoluma devam ediyordum. Aklım fikrim onu bulmakla doluydu. Bazen onu bulduğum hayaline kapılıp arayışımı sonlandırmaktan korkuyordum. Ya gerçekle hayali birbirinden ayırt edemezsem diyordum kendi kendime. Kimi zaman şu andan bile şüphe ediyordum. Onu gerçekten arıyor muydum yoksa hepsi bir rüyadan mı ibaretti bilmiyordum. Düşüncelerim, zihnimin karmaşık yolları arasında birbirine dolanmış vaziyetteydi. Yalnızca, ona ulaşma arzum öyle açık ve berraktı ki bu sayede aklımı ve yolumu kaybetmeden ilerleyebiliyordum. Ara sıra onu bulduğumda neler olacağını hayal ediyordum. Bazen tek kelime etmeden sıkı sıkı sarılıyordum bazen de elinden tutup hadi evimize gidelim diyordum. Ondan gelecek hiçbir yanıtı tahayyül edemiyordum. Ya gelmek istemezse diyordu bir yanım. Bu korku içimi kemirip duruyor fakat onu susturmak için elimden geleni yapıyordum. İlk önce onu bulmam ve iyi olduğunu gözlerimle görüp emin olmam gerekiyordu. Sahi nasıl görünüyordur ki şu an dedi içimdeki ses. Aradan ne kadar uzun zaman geçtiğini düşündüm. Onsuz geçen yılları hatırlamak, ince bir sızı gibi yayıldı içimde. Görüşüm bulanıklaştı, gözyaşlarım peşi sıra hala sıcak olan kumların üzerine düşmeye başladı.
Güneş gökyüzünü aydınlığa kavuşturmaya başlamıştı. Tepenin ardından görünen duman, duraklamama neden olmuştu. İçimde doğan umut ve heyecan tüm uykusuzluk ve yorgunluğumu unutturmuştu. Adımlarımı daha da hızlandırıp yürümeye başladım. Artık koşar adımlarla gidiyordum. Ben hızlandıkça yol bitmiyor adeta bilinmezliğe doğru uzuyordu. Düzlüğe çıkmaya başladığımda, kulağıma çocuk sesleri çalınıyordu. Birkaç adım sonunda gözlerimin önünde çadırlar ve insanlarla dolu bir alan duruyordu. Görüş alanıma ilk giren kişiye onu sormak üzere hızlıca ilerledim. Her adımda ona daha da yaklaştığımı hissediyordum. Bir yabancı olarak çadır kentin halkı tarafından fark edilmiş olmalıyım ki tüm bakışlar bir bir üstüme çevriliyordu. Tüm o bakışların içindeyse, tanıdık bir göz bana bakıyordu. Sanki bir girdabın içine çekiliyormuş gibi bacaklarımdaki tüm gücün uçup gittiğini hissettim. Nefes almayı bıraktım. Gözyaşlarımı ancak yanaklarımı ıslatmaya başlayınca fark ettim. Heyecanım, şaşkınlığım, içimi sızlatan garip sevincimle kendimi tam bir kaosun içinde hissediyordum. Onun gözlerindeyse şaşkınlıktan eser yoktu. Yüzünde herhangi bir duygu okuyamıyor fakat gözlerinin içinde kocaman bir gülümseme görüyordum. Seni daha aramaya başlamadan önce bulacağımı biliyordum. Seni göreceğimi, bambaşka birine dönüşmüş olsan bile seni tanıyacağımı biliyordum. Zihnim, onun gözleri ve cpr cihazının sesi arasında gidip geliyordu. Ne çok korktum seni bir daha göremeyeceğim diye. Ve ne çok korktum yine seni bulacağım diye. Seni bulduğumda benimle geri dönmezsin diye. Kulağıma uzaklardan ağlama sesleri çalınıyordu. Şimdi bu uçsuz bucaksız çölün ortasında suyum tükenmeye yüz tuttuğunda, uyku hayatımı hiç var olmamış gibi terk ettiğinde buldum seni. Makine üzerindeki zikzaklı çizgiler artık yönünü düz bir yola çeviriyordu. Şimdi anlıyorum ki ben seninle dönmeye değil, seninle kalmaya gelmişim. Göz kapaklarım ağırlaşıyor, uyku tüm bedenimi sarıyordu. Gözlerindeki tebessüm yerini hüzne bıraktığında vücudum artık çölün kumları gibi rüzgara karışıyordu. Dönebiliriz dedi, korkularımı alıp götürmek ister gibi. Dönebiliriz dedi bir kez daha dönemeyeceğimizi biliyorken. Dönebiliriz dedi rüzgara karışmak ister gibi. Dönebiliriz dedi, en tatlı anılarımıza.