Hayalet
2019’dan…
Sıcak sobanın başına oturmuş, soğuktan uyuşmuş ellerimin, hissizliğe yüz tutmuş ayaklarımın gevşemesini bekliyordum. Gözlerim, harlı bir şekilde yanan ateşin üzerindeydi. Birkaç dakika sonra duyduğum ayak sesleriyle, başımı sesin geldiği yöne çevirdim. Yavaş adımlarla yanıma geldi ve tıpkı benim gibi yere oturarak sırtını koltuğa yasladı. İkimizde öylece oturuyor ve sobada yanan ateşi seyrediyorduk. Alevlerin çıtırtıları sessizlikte yankılanıyor ve bedenimi mayıştırıyordu.
“Anlatmak ister misin?” dedi, kaç dakika geçtiğini sayamadığım süre sonra.
“Anlatamam…” dedim, kısık çıkan sesimle “Anlatamam, çünkü sen gerçek değilsin.”
Zihnimin bir tarafı onun gerçek olduğuna inansa da bir yanım hep hayalden ibaret olduğunu biliyordu. O uzaktaydı, ikimizin varlığı bambaşka mekanlara aitti. Bir odada sıkışıp kalan bedenimin aksine zihnim özgürce yolculuğa çıkıyor, yalnızca görmek istediklerini görüyor ve yapmak istediklerini sınır tanımadan önüme getiriyordu. Dışarıdaki pek çok insan buna delirmek diyordu; bense henüz bir isim koyamıyordum. “
“Kafanın içinde yaşamayı bırak, buradayım işte karşında… Anlat, dinliyorum.”
Böyle oluyordu işte, onu yok saydığımı duymazdan geliyordu. Bazen ısrarlarına karşı koyup varlığıma sıkı sıkı tutunuyor ve sıkılıp benden uzaklaşmasını sağlıyordum, bazense varlığın buruk tadından kaçabilmek için zihnimin mantıklı konuşan yanını yok sayıyordum.
Tekrar yineliyor “Anlat bana…”
“Benden ne istediğini bilmiyorsun… Sen benden, düşünmeye bile tahammül edemediklerimi seslice söylememi istiyorsun. Neden buradasın ki sen?”
“Bak etrafına, burada bizden başka kimse yok. Kendini saklaman, düşüncelerini gizlemen gerekmiyor.”
“Ne anlatayım ki ben sana? Konuşmak için çok geç. Neye yarar ki anlatsam, neye yarar ki beni dinlesen…” Neye yarar diyordu içimden bir ses, gerçekten beni duysan. Sahi dedi içimdeki ses, ne olurdu gerçekten karşında olsaydı, seni dinlemek için böyle yanına otursaydı, ne olurdu? Bilmiyordum.
“Neden yüzüme bakmıyorsun?”
“Çünkü seni görmek istemiyorum.”
“Benden nefret mi ediyorsun?” dedi. Yutkundum. Öyle bir yere gelmiştik ki cümleler peşi sıra, en ufak bir izne ihtiyaç duymadan öylece dökülmeyi bekliyordu. Belli ki söylemesi en zor olanlar büyük bir iştiyakla söze dökülmeyi ve esaretten kurtulmayı bekliyordu.
“Bunu daha önce hiç söylememiştin” dedi duygu barındırmayan sesiyle. Oysa tek kelime etmemiştim ona. Fakat o benim zihnimin bir yansımasıydı bu yüzden cevapları en az benim kadar iyi biliyordu.
“Neden buradasın?” Diye sordum bir kez daha.
“Bu sorunun cevabını yalnızca sen verebilirsin” dedi.
Bilmiyordum. Belki de verilecek tüm cevapları görmezden geliyordum. Cevabından emin olduğum tek şey, varlığı artık kafamın içine sığmamaya başlamıştı. İşte bu yüzden, zihnimin içinden çıkıp gözlerimin önüne serilmeye hatta benimle konuşmaya başlamıştı.
“Her şeyi sildim, seninle ilgili her şeyi… düşüncelerime ortak olma diye, rüyalarıma artık gelme diye ama sen hala buradasın, gözümün önünde… Zihnimin içinde değil de kanlı canlı karşımdasın sanki. Neden buradasın söyle.”
Gözleri tüm ciddiyetiyle bana bakıyordu. Dalga geçmiyor, gülmüyordu. Öyle ki gözlerinden hiçbir duygu geçmiyordu. Vereceği her bir duygu gerçeklikten uzak olacak belki de beni yeni bir karmaşanın içine sokacaktı.
“Biliyorum…” dedim cılız çıkan sesimle.
“Bazı şeyler silinmiyor işte, varlığın hep bir yerlerde karşıma çıkıyor, bana unutturmuyorsun kendini, bıraksan ya beni kendi halime?” Sözlerimin yarattığı yankı aramızda uzun bir sessizliğe neden olmuştu.
“Artık gitmem gerek” dedi aynı duygu barındırmayan sesiyle. Duygu barındırmayan sesi, özenle seçtiği kelimeleri kendini her açıdan korumaya çalışan benliğimin ta kendisiydi. Buraya nasıl öylece geliverdiyse şimdi de öylece geri gidecekti.
İçimde biri kalbimin orta yerine yumruklarını indirip duruyordu.
“Git…” dedim içimdeki yumruklara aldırmadan.
“Git ve buralara uğrama. Gözlerimin önünden de rüyalarımdan da çekil. Melodilerin içinden kaybol, kokuların içinden silin, tüm varlığınla yok olmanı istiyorum” dedim yumruklar şiddetlenirken.
“Gerçekten istediğin bu mu?” diye sordu.
“Evet” dedim en kararlı sesimle, “Kendi yolunda yürü ve geri gelme”
Kıpırdanmadan öylece baktı gözlerime. Emin olmak ister gibi, ikna olmak ister gibi. Zihnim işleri zorlaştırıyordu. O gerçek değildi, kendi rızasıyla değil yalnızca benim isteğimle gidebilirdi.
“Son bir şey daha, söylediklerimi unut, rüya görmüşsün farz et. O sözleri sana söylediğimi unut, çünkü ben öyle yapacağım. Sen hayatıma hiç girmemişsin, hiç var olmamışsın gibi.”
Duygudan yoksun gözlerinden beni anladığı belli eden bir ifade geçti. Başını aşağıya yukarıya salladı ve arkasını dönüp yavaş adımlarla salondan çıktı. Kapının açılıp kapanma sesi duyulmadı, ayak sesleri aniden kesildi ve bir hayalet gibi kayboldu.